HAYATI MÜLTECİ KAMPINDA BAŞLAYAN BİR BİLİM ADAMI
II. Dünya Savaşı sonrasında Avusturya'daki bir mülteci kampında dünyaya geldi. Babası tarihle yakından ilgilenen bir mühendis, o ise çocuk yaşta tarihçi olacağını bilen bir bilimadamıydı.
STALIN'den kaçan Kırım Türkü Şefika Hanım ve Kemal Bey'in kaderinde, ülkelerinde değil ama II. Dünya Savaşı'nda mülteci oldukları Avrupa'da tanışmak vardı. Şefika Hanım ’˜kalemi güçlü' bir Kırım asilzadesi, Kemal Bey ise başarılı bir makine mühendisiydi. 1947'de Avusturya'da kaldıkları kampta ellerinde sadece bir bavul ve küçük bebekleri İlber vardı. Prof. Dr. İlber Ortaylı'yı dünyanın sayılı tarihçileri arasına sokan hayat böyle bir aile öyküsüyle başlamıştı. Babasının ona ’˜Çalış, oku, öğren, kafanda olsun' demesi de boşuna değildi: "Ben mülteci bir ailenin oğluyum. Mültecinin hiçbir şeyi yok demektir. Değerleri çok değişiktir. Göçmen mal edinir, biz edinmeyiz. İşe yaramaz çünkü bırakılır nasıl olsa. Babamın ’˜Çalış, oku, öğren, kafanda olsun' demesi de bu yüzden. Her şeyi kafanda taşıyacaksın, bilgi ve beceri edineceksin. O da ilim, tekniktir. Müzik ve dil bileceksin mutlaka."
MÜSLÜMAN KALIPLARA UYGUN MODERN AİLE
Ortaylı ailesi küçük İlber henüz iki yaşındayken Türkiye'ye göç etmişti. Ankara'ya yerleşmişler, babası önce askeri fabrikada uçak mühendisliği ardından tercümanlığa başlamış, annesi ise Dil Tarih Kurumu'nda çalışıyordu. İlk ve ortaöğretimini tamamladığı yıllardaki Ankara'nın onun için ayrı bir önemi vardı. Ortaylı'ya göre, iki Ankara arasında büyük bir fark vardı: Ankara'dayken daha mutluyduk çünkü o zamanlar kültürlü bir şehirdi. 70'lerden sonra birden dağıttı, şimdiyse büyükçe bir Orta Anadolu şehri. Babam tarihi çok severdi. Annem Dil Tarih'te hocaydı. Kırımlı asilzadedir, edebiyat okumuştur Rusya'da. Kırım ve Rusya'yı 40 yaşıma kadar görmedim, Rusça'yı da o yaştan sonra öğrendim. Anadilimin Rusça olduğunun söylenmesine annem çok kızardı çünkü o Rus değil müftüler bulunan bir aileden geliyordu."
Müftü dedeleri olan İlber Ortaylı, annesi Kuran okuyan babası oruç tutan bir ailenin çocuğu olarak büyüdüğünü, namaz kılmayı kendi kendine öğrendiğini ancak bu konuda ailesinden hiçbir yönlendirme yaşamadığını hatırlıyor: "Biz muhafazakar Müslüman kalıplara uygun modern bir aileydik. Türkiye muhafazakarlığı yani dışarıdan görünmez ama içerden öyledir. Biz ateist bir ortamda yetişmedik. Babam oruç tutardı. Annem de Kur'an okur. Ama annem namaz bilmezdi Stalin döneminde yetiştiği için. Kimse bana ’˜Böyle oku, böyle namaz kıl' demedi ama biz öğrendik. Kişilik olarak toplumda bir Müslüman olduğum bellidir ama belli değildir. Böyle yetiştirildik"
VİYANA'DAN OXFORD'A UZANAN YILLAR
Mülteci ailesinde ’˜Bir gün Kırım'a dönme' duygusu var mıydı bilmiyor ama zaten bu onu hiç ilgilendirmiyordu. Çünkü Kırım hoş bir yer ama buna değmezdi. İlk öğretimi, lise ve üniversiteyi Türkiye'de bitirdi ama yüksek lisans süreciyle birlikte yurtdışına gitti. 1989'da Türkiye'de profesör olana kadar Viyana, Berlin, Paris, Princeton, Moskova, , Münih, Strazburg, Yanya, Sofya, Kiel, Cambridge, Oxford ve Tunus üniversitelerinde misafir öğretim üyeliği yaptı, seminer ve konferanslar verdi. 89'dan günümüze kadar Ankara Üniversitesi, Galatasaray Üniversitesi ve Bilkent'te öğretim üyeliği yaptı.
O KADAR DİL BİLMİYORUM DİYOR AMA
Kaynaklarda İlber Ortaylı'nın dokuz dil bildiği yazıyordu. Bu dilleri nasıl öğrendiğini sorduğumuzda "O kadar dil bilmiyorum, abartıyorlar" diyor ama bildiği dilleri saydığında hesabınız karışıyor: "Herhalde ’˜bir kopuk' yazdı benim dokuz dil bildiğimi. Yani Büyük Avrupa dillerinden Almanca, İngilizce, Rusça, Fransızca, İtalyanca bilirim. Latince'yi az bilirim. Şark dillerinden Farsça'yı oldukça bilirim, Arapça'yı eh... İbranice'yle de uğraştım ama bende oturaklı bir dil değildir. Osmanlıca'a okuyabiliyorum Araf harfleriyle."
APTALLAR APTALLARI BULUR
İlber Ortaylı'nın dersleri, bilgisi kadar nükteli yanıtlarıyla da ilgi çekiyordu. Hocanın samimi konuşmasına bakarak işi biraz sulandırıp "Hocam biz nasıl kız bulacağız?" diye soran öğrencilere yanıtı "Merak etme, aptallar aptalları bulur!" yanıtı veren ya da televizyonda ona konu hakkında iyi hazırlanmadan sorular yönelten spikerlere "Hayatımda bu kadar saçma soru duymadım" diyen ve saygıyla dinlenmeye devam edilebilen bir isim Ortaylı. Bu durumu sorduğumuzda yanıtı "Böyle bir soru soran adama ne denir?" sorusuyla başlıyor: "Nükte furyası içinde hemen laubalı oluyor ’˜Biz nasıl kız bulacağız' diyerek. Kasaba çocukları usul bilmez. Baba ve dededen dayak ve azar, anne ve büyükanneden şımartma görürler. Anadolu'nun büyük vasıfları var yani fedakar bir ülke ama maalesef o İstanbul, Rumeli kültürü bunu Anadolu'ya öğretememiş. İstanbulluluk'ta kalmadı zaten"
ORDUYA VE POLİSE LAF ETMEYİZ
Polise ve orduya laf ettirmeyen bir ailenin çocuğuydu. "Bu konu bizde çok hassastı" diyen İlber Ortaylı sevmese de Türkiye'yi demilitarize etmeye çalışmanın sakıncalı durumları olduğu görüşünde: "Bizde ordu ve polise laf edilmez, bu konu hassastır. Anadolu insanı devleti için ölür ama vergi vermez. İnşallah bu vasfı da kaybolmaz demilitarist hareketlerle çünkü başka vasfı da yoktur. Türkiye'de belirli değerler kaybedilğinde toplum tam kaosa gider çünkü vatandaş toplumunun değerlerine sahip değildir: Kanunlara uyma, vergisini verme, ortak kuralları izleyebilme, kamusal alanı edebiyle kullanma gibi değerlere sahip değildir. Efendim işte okul mokul. Hayır efendim, okudukça cahil insandan daha cüratkar ve edepsiz oluyorlar. Çok zaman ister ama o zamana kadar her şey batabilir. Kötü olmadık, zaten kötüydük ama bu devlet ve cemaat otoritesiyle bastırılıyordu. Bu bitti."
Peki ama günümüz Türkiyesi ve toplumu gelecekte tarihçiler tarafından nasıl yazılacaktı? Dünyanın sayılı tarihçilerinden birine bu soruyu sorduğumuzda, çok da umutlu yanıt almıyoruz: "Bir kere ne görgüsüzlükleri kalır ne yüzeysellikler. Günümüz Beyaz Türkleri'ne de gri derler. Şimdi 10 yaşında Çince bilen çocuğa da rastlıyorsunuz ama istisna."
SARAY'DA GEÇEN YEDİ YIL VE SULTANLAR
2005 yılında Topkapı Sarayı Müzesi Başkanı olan Ortaylı, burada tam yedi yıl yöneticilik yaptı, Saray'da karanlıkta kalmış eserlerin gün yüzüne çıkarılması ve yeni sergilerin açılması dahil çok önemli projelere imza attı. Ama işten arta kalan zamanlarında Saray'da ne yapardı? Bu konuda somut yanıtlar vermekten kaçınsa da işten arta kalan zamanlarda tarihi sarayın keyfini çıkartmış gibiydi İlber Ortaylı: "Vallahi iyi bir histi. Bir hizmetti, askerlikti. Tabii adamı kendi işinden uzaklaştırır ama o sırada çok şey de öğrenirsin bir tarihçi olarak. Yaklaşmadığımız yöntemleri benimsetir sana, mesela eşya kullanmayı. Bunları herhangi bir tarih profesörü arkadaşımızın tatmasına imkan yok. Topkapı Sarayı'ndaki bazı bölümleri boş, ahalisiz görmek çok iyiydi. Sultan odaları çok güzel. Ne kadar mütevazı bir hayat: saraylar için anlatılan palavralardan uzak bir görünüm var orada. Bir III. Ahmet odası var. Allahtan kütüphane varmış, gece orada kitap okumuştur sabaha kadar çünkü kendi odası girilecek gibi bir yer değil. Her yerine giderdim, çok hoş bir yer. Bahçesi de karanlıkta çok hoştur."
KANUNİ BÜYÜK MAREŞAL KİMSE HAFİFE ALAMAZ!
ORTAYLI'YA Muhteşem Yüzyıl dizisiyle ilgili tartışmayı da soruyoruz. Fransız tarih kitaplarında İskender ve Sezar gibi dünyanın ’˜en büyük mareşalinden biri' olarak yer alan Sultan Süleyman'ı böyle göstermeye kimsenin hakkı olmadığını düşünüyor: "13 sefere gitmiş bir padişah bu. Mohaç'tan başka bir şey yok dizide, o da yarım yamalak. Yapılması gereken, uzmanlarıyla birlikte parayı verip senaryoya yön vermek ve doğru dürüst bir şey çıkarmak. Bu bütün dünyada böyle yapılır. Zannediyor musunuz ki Fransa'da sansür yok. Böyle bir sansür var ama. Yoksa öyle bırak insanları kendi başına, bilgisizlik ve kazanç hırslarıyla ortaya çıksınlar, sonra biz de bağıralım çağıralım. Olmaz öyle bir şey! Burada güzel oyunculuk var. Hakikate uymasa da güzel dekor var. Kumaş iyi fakat başka şeylerin realiteyle ilgisi yok. Bu projeler daha ciddi ele alınmalı. Kanuni devleti 46 yıl yönetti, 13 seferi var. Ne kadar enteresan yerlere gitmiş, uzun uzun neler yaşamış, kaç şairi, mimarı, alimi var etrafında? Millet merak ederek izliyor ’˜Bu Türkler, Osmanlı nedir?' diye. Oyuncularımız da iyi olunca Balkanlar ve Ortadoğu'da Kanuni televizyonda oynadığında kahvehaneler kapanıyor. Böyle bir şeyi kimse hafife alamaz. Düpedüz başka türlü şeyler düşünmek lazım. Kanuni büyük mareşal, devlet adamı. Kanuni kim, VIII. Henry kim tanıyıp karşılaştıracak hali yok. ’˜Say bana beş tane cihangir mareşali tarihte' diye, yok. Sezar'i söylese İskender'i atlar. Seyretmeye tahammülüm de yok. Tadı da kaçıyor. Savcıdan önce eksper gitmeli ki devlet desteği ve kontrolü olsun."
TUNA TAM ÖZLEDİĞİM GİBİ BİR KIZ ÇOCUĞU
Ortaylı'nın yaşam öyküsü, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları'ndan çıkan nehir söyleşisi Zaman Kaybolmaz adlı 630 sayfalık kitapta nükteli bir dille anlatılıyor. Kitapta hayatına ilişkin en çarpıcı bölümlerden biri, kızı için söyledikleri olarak dikkat çekiyor. Paris ve Viyana'da ikamet ettikten sonra 1981 yılında Ayşe Özdolay ile evlenen Ortaylı, bir kız babası. Onun için "Tuna'yı çok sevdim. Tam özlediğim gibi bir kız çocuğum oldu" diye anlatıyor. Hatta onun için "Kızından başkasına eyvallahı olmayan adam" bile deniyor.
Kaynak:Nilgün Uysal - Zaman Kaybolmaz...
Aykut Hoca 2020-05-24 02:28:25 anında paylaştı.