Sırlarıyla zamana direnen bir kartal yuvası: ALAMUT
Yeryüzünün en gizemli mekânlarından biri olan Alamut Kalesi tüm sırlarıyla birlikte zamana direniyor.
"Alamut; Yüksekliği 2 bin metreyi bulan bir kayalık üstüne kurulu bir kale. Çıplak tepelerden, unutulmuş göllerden, sarp yarlardan, dar boğazlardan oluşan bir manzara. En kalabalık ordu bile ancak tek sıra halinde ulaşabilirdi. En güçlü mancınıklar bile surlarına değemezdi...
Yerel ağızda Alamut 'kartal meseli' anlamına geliyordu. Rivayete göre, bu dağları denetimi altına alacak bir hisar inşa etmek isteyen bir hakan, eğitimli kartalını salıvermişti. Kartal gökyüzünde epey süzüldükten sonra gelip bu kayanın üstüne konmuştu.
Hasan Sabbah da kartala uydu. Tüm İran'ı dolaşıp müritlerini bir araya toplayabileceği, onları eğitip örgütleyebileceği bir yer aradı. Dağların tepesinde, kuş uçmaz kervan geçmez, erişilmez, zapt edilemez bir inziva yeri... Faaliyetlerini her yönde yürütebileceği bir dergâh.
Hasan her zamanki gibi Sufi derviş kılığında çıkageldi... Kale komutanı da veliyi kabul etti. 'Bu kale bana lazım' dedi Hasan. Komutan gülümsedi, 'bu derviş de ne nüktedan bir adammış' dedi kendi kendine. Ama konuğu hiç gülümsemiyordu. 'Ben burayı devralmaya geldim, kalendeki askerlerin hepsi benim safıma geçti!'
11. yüzyılın sonunda, tam olarak 6 Eylül 1090 tarihindeyiz. Haşhaşinlerin dahi piri Hasan Sabbah, 166 yıl boyunca tarihin en korkunç tarikatına ev sahipliği yapacak kaleyi ele geçirmek üzere... Ve orada Dizdarın karşısında bağdaş kurmuş oturuyor, sesini hiç yükseltmeden bir daha tekrar ediyor: 'Alamut'u almaya geldim.' 'Bu kale bana Sultan adına verildi' diye cevap veriyor beriki. 'Burayı almak için para ödedim ben!' 'Kaç para?' 'Üç bin altın dinar!'
Hasan Sabbah bir kağıt alıp yazıyor üzerine: 'Alamut kalesinin bedeli olarak Alevi Mehdi'ye üç bin altın dinar ödeyin! Allah bize kafi. O en iyi koruyucudur.' Dizdar endişeli, sırtına aba giymiş bir adamın imzasının böyle bir miktarın ödenmesi için yeterli olacağına inanmıyordu. Ama Damgan şehrine varır varmaz altınlarını hiç beklemeden tahsil edebilecekti..." (Amin Maalouf, Semerkand. Sayfa 117-119)
Amin Maalouf'un Semerkand romanında böyle aktardığı İran'ın Kazvin kentindeki Alamut Kalesi, Batıni akımının önemli kollarından biri olan Nizari İsmaili'lerin yönetim merkeziydi. Ancak Alamut'un tarihi gerçekliği ve tanıklığı bir romancının hayal gücünün bile ötesine geçecek boyuttadır. Tarihin gördüğü en sıra dışı dini akımlardan biri olan ve eğitime, entelektüelliğe önem veren İsmaili’lerin günümüzdeki İmamı, adına uluslar arası mimarlık ödülleri verilen Kerim Ağa Han.
Büyük Selçuklu İmparatorluğu döneminde Sultan Melikşah'ın kudretli sadrazamı Nizam-ül Mülk'ün girişimiyle tarihin gördüğü en gizemli istihbarat teşkilatını kuran Hasan Sabbah, daha sonra Selçuklu sarayına karşı giriştiği mücadeleyi Alamut kalesinden yönetti. Hasan Sabbah döneminde büyük bir kütüphanesi bulunan kalenin konukları arasında bir süre burada yaşayan Ömer Hayyam'da vardır.
Cengiz Han’ın torunu Hülâgû’nün ordusu 1256’da kimsenin alamayacağı düşünülen efsanevi Alamut Kalesi’ni yerle bir edecekti. Ortaçağ’da yeryüzünün önemli kütüphanelerinden birini barındırdığı söylenen Alamut’taki kitaplar da kale halkıyla birlikte yok edilecekti.
Kazvin’e yaklaşık 70 kilometre mesafede, dağlık bir bölgede Alamut, yaklaşık bin yıldır tüm yaşanmışlığı ve gizemiyle yeryüzünün en merak uyandıran tarihi mekânlarından biri olmayı sürdürüyor.